Abdurrahim Karakoç’un “Dava Felsefem” şiiri, bir fikir adamının, bir münevverin ve bir dava adamının iç dünyasını en berrak haliyle yansıtır. Şair, “Ben milletim uğruna adamışım kendimi” dizesiyle şahsî varlığını milletin varlığına bağlar. Bu, bireyden millete, menfaatten hakikate yükselen bir anlayıştır. Onun davası, kuru bir milliyetçilik değil; imanla, adaletle ve Hakk’a sadakatle yoğrulmuş bir Türk-İslam ülküsüdür.
Karakoç’un “Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir” ifadesi, Türk-İslam düşüncesinin özündeki tevhid ve doğruluk ilkesini hatırlatır. Burada iman, sadece bireysel bir inanç değil; toplumu dirilten, yanlışları düzelten bir güç olarak görülür. Şairin “Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım” sözü ise imanlı bir milliyetçinin adalet anlayışını özetler: Hakk’ın yanında olmak, hangi bedel ödenirse ödensin vazgeçilmezdir. Zira “Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.”
Bu yaklaşım, yalnızca bir şiirsel söylem değil, bir dünya görüşüdür. Aynı ruhu, Seyyid Ahmet Arvasi’nin “Türk-İslam Ülküsü” adlı eserinde de görmek mümkündür. Arvasi’ye göre, Türk milliyetçiliği sadece etnik bir bağ değil; İslam ahlakı ve Türk tarihinin derin irfanı üzerine kurulu bir kültür ve inanç sistemidir. O, milliyetçiliği “ırkçılık”tan ayırarak, onu “milletin ahlaki, ruhi ve manevi terbiyesi” olarak tanımlar. Arvasi’nin milliyetçiliğinde din, milletin mayasıdır; Türk’ün İslam’la yoğrulması, onu hem tarih sahnesinde güçlü kılmış hem de insanlığa adalet ve nizam taşımıştır.
Benzer bir çizgide, Ali Metin Tokdemir de Türk-İslam davasını sadece bir fikir değil, bir ahlak ve fedakârlık meselesi olarak görür. Tokdemir, “Türk milliyetçiliği imanla yoğrulmadıkça kuru bir kabuk olur” diyerek, Karakoç’un ve Arvasi’nin çizgisini tamamlar. Onun anlayışında dava adamı, nefsini değil milletini, çıkarını değil adaletini öne koyar. Tokdemir’e göre milliyetçi olmak, sadece “Türk’ü sevmek” değil, “Türk’ü İslam’ın hizmetinde yüceltmek”tir.
Bu üç ismin ortak noktasında, imanla beslenen bir milliyetçilik anlayışı bulunur. Karakoç’un şiirinde ifade bulan bu ruh, Tokdemir’in mücadeleci kişiliğinde ve Arvasi’nin fikir sisteminde ete kemiğe bürünür. Hepsi de birer **“dava adamı”**dır: Menfaatin değil inancın, korkunun değil cesaretin, zulmün değil Hakk’ın tarafında durmuşlardır.
Bugün Türk-İslam milliyetçiliğini anlamak, bu isimlerin düşünce dünyasına kulak vermekle mümkündür. Çünkü onların davası; sadece bir ideoloji değil, bir yaşayış biçimi, bir iman tavrı, bir adalet mücadelesidir.
Karakoç’un ifadesiyle:
“Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım.”
Bu söz, bir çağın değil; bütün çağların vicdanıdır.





