"Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid"

Marmara Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof

Editör: Aliağa Medya
30 Mart 2018 - 20:39

Marmara Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdettin Engin, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi ve Tarih Kültür Topluluğu tarafından düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katıldı.


Prof. Dr. Vahdettin Engin ile eşi emekli tarih öğretmeni Emel Engin, “Evimizde Tarih” konseptini “Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid” başlıklı konferans ile İKÇÜ’lülerle paylaştı.


Moderatörlüğünü Emel Engin’in üstlendiği konferansta Prof. Dr. Engin, II. Abdülhamid dönemiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu.


Konferansı Rektör Yardımcısı, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turan Gökçe, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Saffet Köse, Turizm Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Atilla Akbaba, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ertuğrul Deliktaş, akademisyenler ile çok sayıda öğrenci takip etti.


Konferansın açış konuşmasını gerçekleştiren Prof. Dr. Gökçe, II. Abdulhamid hakkında doğru bilgi edinmek için başvurulacak en önemli isim konumunda olan Prof. Dr. Vahdettin Engin’i İKÇÜ’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti ifade etti. Prof. Dr. Gökçe,  “Hem Abdülhamid Dönemi öncesi, hem Abdülhamid dönemi, hem de sonrasını mukayese ettiğimizde daha çok bilgi edinme ihtiyacı hissediyoruz.  Prof. Dr. Vahdettin Engin Hocamızı dinleyerek Abdülhamid’i anlamak için önemli bir fırsat yakalamış oluyoruz. Eşi Emel Hanım da bir tarih öğretmenidir. Fiili öğretmenlik yıllarında bunu layıkıyla yaptığı gibi onun dışında gençlerimize yararlı olabilmek için bir konsept geliştirmiş, ‘evimizde tarih’ programlarını kayda alarak önemli bir hizmeti gerçekleştirmiştir.” diye konuştu.


Abdülhamid’in 33 yıllık iktidar döneminin geneline bakıldığında, bir başarı hikâyesinin görüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Vahdettin Engin,  “33 yıllık bir iktidardan bahsediyoruz. 33 yıl az değildir, o yıllardaki icraatları önemsemek lazım. Bu icraatların günümüz Türkiye’sini de etkileyecek icraatlar olduğunu da bilmek lazım. İç politikada, dış politikada hayata geçirdiği uygulamalara baktığımızda gerçek bir başarı hikâyesi görüyoruz.” dedi.


“Hiçbir zaman padişahlık beklentisi içinde olmamıştır.”


Uzun yıllar Kızıl Sultan, “Müstebid (Diktatör)”olarak adlandırılan bir bakış açısının kendisine yöneltilen yanlış bir tanımlama olduğunu belirten Prof. Dr. Engin, Abdulhamid’in hiçbir zaman padişahlık beklentisi içine giren bir şehzade olmadığını vurguladı. Prof. Dr. Engin,  “Sultan II. Abdülhamid hiç bir zaman padişahlık beklentisi içinde olmamıştır. Ticaretle uğraşan bir kişiydi, ata biniyor, yüzüyor, spor yapıyordu. Şehzadeliği döneminde aldığı maaşını iyi değerlendirmiştir. Başka şehzadeler maaşları yetiremez, sürekli borçlanırlardı. Şehzade Abdülhamid ise devletin verdiği maaşla geçindiği gibi, ticaretle uğraşır, para kazanırdı. Şehzadeliğinde böyle bir hayat tarzı vardı. Şartlar öyle bir gelişti ki; 1876 yılında peş peşe gelen hadiseler sebebiyle bir anda kendini padişah olarak buldu.”diye konuştu.


Tahta çıktığı dönemin hem ekonomik yapısı hem de siyasi zorluklarına işaret eden Emel Engin’in, “Tahta çıktığından bir yıl sonra 93 Harbi ile karşı karşıya kalıyor, 1 yıl öncesinde de iflas etmiş bir maliye var. Devleti kısa süre de toparlayabildi mi, başarılı olabildi mi? sorusunu Prof. Dr. Vahdettin Engin şöyle cevapladı:


“Burada Abdülhamid’in şehzadeliğinde edindiği tecrübelerin işe yaradığını görüyoruz. İflas etmiş bir ülke var. Kırım Savaşından itibaren borç alan bir Osmanlı Devleti’ni görüyoruz. Diğer taraftan kapıya kadar dayanmış bir Osmanlı-Rus Savaşı var. Tahta çıktığında ülke siyasi, iktisadi ve askeri bakımından uçurumda. Abdülhamid genç, tecrübesiz olmasına rağmen ülkeyi düzlüğe çıkarmıştır” dedi.


“Uluslararası ilişkiler de hep kendinize yontamazsınız.”


Abdülhamid’in eleştirilen dış politikalarının arkasında payitahtı kurtarmak için alınan önlemlerin yer aldığını ifade eden Prof. Dr. Vahdettin Engin,  Rus Orduları Yeşilköy’e kadar gelmişti. Ruslar savaşı kazanmış olmanın getirdiği bir şımarıklıkla bir anlaşma yapıyor. Anlaşmadan 3 ayrı bağımsız devlet çıkıyor. Esas sıkıntı yaratacak olan Bulgaristan’ın kurulması oldu. Rusya’nın dayatmasıyla Büyük Bulgaristan Prensliği kuruldu. Burada imparatorluğun bir nevi uçurumun kenarına getirildiğini görüyoruz. Burada İkinci Abdülhamid’in başarılı bir operasyonunu görüyoruz. O dönemde İngiltere ile yürütülen başarılı müzakereler neticesinde Kıbrıs Adası ile ilgili bir anlaşma yapıldı. Kıbrıs Adasının idaresi İngiltere’ye bırakıldı. Bırakılırken Ayastefanos Anlaşmasının hükümleri geçersiz sayılıp Berlin Anlaşması yapıldı. Buna göre burası Osmanlı toprağı sayılacak ama idare İngilizlerde olacaktı. Berlin Anlaşmasında da yine üç bağımsız devlet vardı. Fakat ülkenin geleceği adına esas önemli olan coğrafi bütünlüğün sağlanarak Bulgaristan’ın küçülmesiydi. En azından İstanbul’un tehdit altında kalması önlenecekti. Bunu yaptığınızda bir başarı kazanmış oluyorsunuz. Çünkü uluslararası ilişkiler de hep kendinize yontamazsınız. Biraz vereceksiniz, biraz alacaksınız. Önemli olan ne kadar verdiniz neler kazandığınızdır.  Burada bana göre devlet kurtarılmıştır. Ayastefanos’taki Bulgaristan olsaydı, İstanbul tehlikede olacaktı. Abdülhamid’in ilk başarılı operasyonu bana göre budur” şeklinde konuştu.


“İki kişi yan yanda yürüyemezdi.” gibi absürd ithamlar...


Abdulhamid’e uymayan yanlış ithamlarla yargılandığını kaydeden Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Hala bazı tarihçiler tarafından Müstebid Padişah ve İstibdat Dönemi şeklinde tanımlamalar yapıldığını görüyoruz.  Abdülhamid döneminde iki kişi yan yanda yürüyemezdi şeklinde söylemler bile var. İmparatorluğa baktığımızda bir taraf Yemen, bir taraf Adriyatik Kıyıları, bir tarafta Kafkasya coğrafyası. Bu coğrafyanın neresinde iki kişi yan yana yürüyemiyordu? Bunlar birike birike Kızıl Sultan’a kadar ulaşan bir portre ortaya çıkmış. Bunlar çok absürd ithamlar.” dedi.


“Öyle bir meclisten ülke lehine kararların çıkması zordu.”


Abdulhamid’in meclis ve mebuslarıyla yaşadığı siyasi anlaşmazlıklara da değinen Prof. Dr. Vahdettin Engin, “İlk meclis 19 Mart 1877'de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. İlk dönem 119 mebus var, 47’si gayr-i müslim, 72’si Müslümandı. Müslüman olanların da hepsi Türk kökenli değildi. Yorgi, Selanikli Dimitri gibi isimler var. Bunlar Bulgar Çetelerinin liderleriydi.  O dönemde çete dediğimizde terör örgütlerini anlamamız lazım. Sonuç olarak 93 Harbinden önce faaliyet gösteren çeteler meclise girmişlerdi. Agop Efendi var, gizli bir Ermeni teşkilatının lideriydi.  Böyle bir meclisten ülkenin lehine kararların çıkması haliyle zordu. Gerçekleşen ilk toplantıda Osmanlı-Rus Savaşı görüşülürken bütün mebuslar savaş taraftarıydı. Bu saydığım mebuslar da daha çok savaş istiyorlardı. Mithat Paşa ‘Biz Anadolu’ya dört yüz çadırla geldik, gerekirse 400 çadır kalana kadar savaşırız’ diyordu. İyi de savaş bu kadar kolay mı? 30 milyon insanın kaderi var. 30 milyon insanın kaderiyle oynamak kolay olmamalı. Neticede savaşa girildi. Yeşilköy’e gelmiş Rus askerleri. Onları ordan çıkarmak Abdulhamid’e düştü. Savaş devam ederken seçimler yenilendi, meclis değişti, 47’si gayri müslim, 59’u Müslüman toplam 106 milletvekili var. 59 Müslümanın hepsi yine Türk kökenli değildi. Yine sağlıklı bir yapı oluşmadı” diye konuştu.


“2 yılda 3 darbe girişimi”


Abdulhamid’in içte ve dışta bölücü faaliyetlerle karşı karşıya kaldığını belirten Prof. Dr. Vahdettin Engin,  “Bir tarafta meclisin faaliyetleri, bir tarafta Rus Orduları Yeşilköy’de, diğer taraftan padişah olur olmaz iki yıl içinde üç defa darbe girişimi... Böyle bir gerçek var. Haliyle Padişah olduktan sonra güvenlikçi politikalar yürütmek zorunda kaldı. V. Murad masondu. O’nun padişah olmasını isteyen mason taraftarları üç ciddi darbe girişimi gerçekleştirdi. Bu girişimlere maruz kalan Abdulhamid haliyle güvenlik tedbirlerini arttırmak zorunda kaldı. Güvenliği nedeniyle yönetim merkezini Dolmabahçe Sarayından Yıldız Sarayı’na taşıdı” dedi.


“Tarafsız, bağlantısız ve bağımsız bir dış politika”


Abdulhamid’e yöneltilen “Hiçbir Osmanlı padişahının kaybetmediği kadar toprak kaybetti” söyleminin yanlış olduğuna işaret eden  Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bıraktı dedik. Bunun altında başkenti kurtarmak adına bir operasyon vardı. Mısır’ı İngilizler 1882 yılında işgal etti. İşgal ettiği zaman Mısır ne kadar Türkiye coğrafyasına ait bir toprak parçasıydı? Toprak kaybı evet var ama hiçbir padişahın kaybetmediği kadar toprak kaybı oldu ifadesi yerine oturmuyor. Padişahlığın ilk dönemlerinde bir dış politika stratejisi geliştirdi. Osmanlının toprak bütünlüğüne karşı Avrupa ülkeleri var. Ayrıca topraklarımıza Ruslar ve İngilizlerin öncülüğünde topyekûn bir saldırı var. Bu anlamda güçlü bir ordunun da olması lazımdı. Abdulhamid’in güçlü bir kara ordusu meydana getirdiğini de biliyoruz. O’nun dış politikası sadece kendi gücüne güvenme ilkesine dayanıyordu. Hiçbir ülkeye bağımlı olmayacaksın, hiçbir ülkeyle askeri ittifak içinde olmayacaksın. Ülkelerle yakın ilişkiler içinde olmayacaksın, mesafe koyacaksın. O, dış politikasını bağımsızlık ilkesi üzerine bina etti. Yoğun iç ve dış saldırıların olduğu bir dönemde bu prensiplerle ülkesini ayakta tutması dış politikadaki prensiplerinin bir başarısıdır.” şeklinde konuştu.


Abdulhamid’in ekonomideki başarısı…


1903 yılında gerçekleştirdiği bir operasyonla o dönemdeki dış borcun 75 milyondan 32 milyona düşürüldüğünü kaydedenProf. Dr. Vahdettin Engin, “Tahttan ayrılırken dış borcu 25 milyona kadar düşürmüştür. Bu da devletin bir yıllık gelirine denk gelir. Devralırken bir yıllık gelirin 15 katı bir dış borç devralmıştı. Devrederken bir yıllık geliri kadar borçlu bir ülke devretti. Bu da o’nun başarı hikâyesidir.” dedi.


“Her fenalık cehaletten gelir.”


Abdulhamid’in eğitime verdiği öneme de değinen Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Açtığı okulların önemini, oralarda yetişen nesillerin Cumhuriyeti kurduğunu birçok kişi biliyor. Abdulhamid, ‘Ben elimden geldiği kadar cehaleti yok etmeye çalıştım. Çocuklarımızı tahsile sevk etmeye çok uğraştım.’ der. Onun dışında,  ‘Erkekler için ilmi zenginlikler kazanmak şan ve şeref olduğu gibi, kadınların da bilim ve marifet öğrenmesi şarttır. Çünkü her fenalık cehaletten gelir’ der. Eğitim reformunu hayat geçirmesi önemli, ama bu reformlarda kadınların da eğitim alması Abdulhamid tarafından oldukça önemseniyordu. ‘Ben terakki taraftarıyım. Avrupa’da ne icat olmuşsa memleketimizde de yapılmalıdır’ der. 33 yıllık iktidarının geneline baktığımızda bu çabayı görüyoruz.” şeklinde konuştu.


Kaynak:E.B.G